9.12.2013

Eylül'de düşen düşene!


Dün 11 Eylül'ün yıldönümüydü. Amerika'nın gözbebeğinde iki koca kule düştü tam 12 yıl önce. Eh, bugün de 12 Eylül. Bizim memleketimizde askerlerin hükümet düşürdükleri en son tarih. Tam 23 yıl olmuş!

Eylül oldum olası sarsmıştır beni. Sonların ve başlangıçların çarpıştığı, sevinçlerin ve hüzünlerin kol kola gezdiği, havası bile kendine özgü bir ay! Hafif ürkerim ama bolca da umutlanırım her Eylül.

Türkiye bu yıl farklı bir yaz yaşadı. Mayıs sonunda beklenmeyen birşey oldu, ülkemiz hamile kaldı! Evet, yepyeni, taze ve şaşırtıcı bir umut düştü içine. Sevgiyle coştuk milletçe, yaşamı yeşili kutladık. Sonra durum ağırlaştı. Kusmalar, nefes alamamalar, gece uykusuz kalmalar, korku ve endişe sardı hepimizi. Bebeğimizi, umudumuzu kaybetme korkusu bile yaşadık. Çareyi durumu kabul edip kendimizi güçlü ve sağlıklı tutmakta bulduk. İlk üç ayı tamamladık neyse ki. En zoru ilk üç ay derler. Öyle olmasını umalım. Epey çalkantılı geçti bizimki de. Ama artık bütün dünya durumumuzu biliyor. İstesek de istemesek de içimizde yeni bir hayat tutundu, büyüyor. İkinci üç ay en rahat dönem derler. Son üç aya sağlam girmek için tadını çıkarmalıyız.
Evet Türkiye bu yıl Eylül'e hamile giriyor! İçinde yepyeni bir hayatı taşımanın mutluluğu, gururu ama aynı zamanda sorumluluğu ve endişesi var! Umalım ki sağlıklı doğsun, hayırlı olsun....

6.20.2013

liderimizi bulduk: Gezi Ruhu!

Her dakika gelişen, genişleyen, şaşırtan, güldüren, ürperten bu eylemler zinciri sonunda bir lider olarak ortaya çıktı. Bireyler olarak her birimiz bütünün parçası olduğumuzu, birlikte olduğumuz sürece ve birbirimizle iletişimi sevgiyle sürdürdüğümüz sürece herşeye kadir olduğumuzu anladık. Gezi ruhu hepimize kendi ruhumuzla barışmamızı sağladı. Geçen gün facebook'ta bir arkadaşımın paylaştığı örnek bu bakımdan çok anlamlı: Afrika'da küçük bir yerel kabileyi inceleyen bir antropolog kabilenin çocuklarıyla bir deneme yapıyor.  Onları yere çizdiği bir çizginin ardında tek sıra oluşturmalarını söyledikten sonra onlardan işareti üzerine hepsinin az ilerideki ağacın dibine koyduğu şekerlere koşmalarını ve ilk varan kişinin hepsini alabileceğini söylüyor. İşareti verdikten sonra ise hayretler içinde çocukların el ele tutuşarak ağaca hep birlikte koştuğunu görüyor. Çocuklara niye böyle yaptıklarını sorunca ise aldığı cevap söyle oluyor:"Eğer el ele tutuşmasaydık birlikte oraya varamazdık. Şekerleri birlikte yiyemezsek tadı olmaz ki!"
İşte bu günlerde yaşadıklarımız ve dünyaya duyurduğumuz fikir işte bu. Sevgiyle ve zeka ile bağnazlığa ve şiddete direniyoruz. Mahalle forumları kurarak bireysel duygu ve ihtiyaçlarımızı ortak bir karara bağlamanın özgürlüğünü yaşıyoruz. Hakklarımızı ve seçimlerimizi başkalarına bırakıp boyun eğmek yerine bugünümüze ve geleceğimize sahip çıkmayı tercih ediyoruz. Geçmiş yüzyılın kitlesel yönetim kalıplarını birbir sorgulayıp yeni yüzyılın ruhuna uygun şekilde değiştiriyoruz. Bunu yaparken de dünyaya örnek oluyoruz. Ey yerkürenin bir avuç hakimi savulun milyarların zekası yükseliyor!

6.10.2013

tek vücud olduk ama başımız yok!

Gezi parkındaki direniş sürüyor, ancak polis engel olmadığı için direnemeyenlerin canı sıkılmaya başlıyor. Yaş ortalaması 20 cıvarında olan bu çocuklar ortaya koydukları gücü ayakta tutmaktan yorgun düşmeye başlıyor. Pek çok farklı siyasi grup onların açtığı yolun sağını solunu işgal etmiş durumda, kendi reklamlarını yapmaya çalışıyor. İlk haykırışın saf ve haklı sesi çatallanmaya başlıyor. Karmaşa artık sadece görüntüde değil ideolojiye de yansıyor, verilen mesaj giderek bulanıklaşıyor, zayıflıyor. Korkarım bu gidişle tüm olanlar yüzümüzde buruk bir gülümsemeyle anımsayacağımız bir gençlik eylemi olmaya doğru ilerliyor.
Evet yeni binyıl, yeni enerjiler, indigoların girişimi falan ama karşı tarafta bir örgütlülük var, deneyimli bir lider var. Gençlerin bu çığlıklarını sözcüklere dönüştürebilen, bu savrulmayı bir yörüngeye oturtabilen, ortaya çıkan bu gücü yönetebilen bir akıl lazım. Üzgünüm ama bir lider lazım. Ana muhalefet partisi tribünde kalmayı seçti. Ortalık "hadi beni lider yapsanıza" tavrıyla etrafını yoklayanlarla dolup taşıyor. Atatürk başımızın üstünde ama malesef gelip bizi toparlayacak hali yok!
İktidar sağduyulu kalmaya devam ederse, halkın baskısıyla dağılacakken baskı yapmadığı için direnişi dağıtmayı başaracak. Gezi parkı eylemi de ki yıl sonra yapılacak seçim için her tür tedbiri alması için iyiniyetli bir uyarı olarak kalacak.

6.07.2013

Türkütopya başkenti Taksimgezi

Evet yeni bir Türkiye kurulmuş İstanbul'da. Türkütopya koydum adını. Ben de gittim başkent olarak ilan edilen Taksimgezi'yi tıpkı bir turist gibi gezdim. Burada bir şehirde olması gereken herşey var. Sağlık ocağı, hukuk merkezi, yemek noktaları, eğlence yerleri, kütüphane ve hatta müze. Herşey bedava. Para geçmiyor bu şehirde. Nüfus genç, kararlı ve inatçı insanlardan oluşuyor. Doğa eller üsütünde. Temiz, düzenli ve derli toplu ortalık. Sayısız bildirişim ve bayrak olmasına rağmen herşey açık seçik. Bireysel haklar, birbirine saygı ve birliktelik ruhu herşeyin üstünde tutuluyor. Ülkenin sınırları barikatlar, tahrip edilmiş otobüs ve arabalarla çizilmiş. Giriş ve çıkışta vize yok, herkes korkusuzca herkesi ve olacakları bekliyor.
Burayı elde eden ve buraya yerleşen insanlar nasıl bir düzen içinde yaşamak istediklerini dünyaya ilan ediyorlar. Hepsi birer lider hepsi birer kahraman bir o kadar da sıradan vatandaş. Örnek olarak yaşamak istiyorlar. Susan, çekinen, şikayet eden, içine atan herkese örnek olmak için burada bulunuyorlar. Sesini yükseltmenin, ortaya çıkmanın, direnmenin, eyleme geçmenin gücünü ve etkisini kanıtlıyorlar.

Ancak kokarım mesajların adresi olanlar verilen tüm bu mesajlara baktıkça direniş içinde birlik olmanın dışında sadece karmaşa görecektir. Bence kendi dilini konuşan bu ülkenin bu dili anlamayan karşıtına mesajlarını aktaracak bir çevirmene ihtiyaç var. Karşılarındaki taraf keskin, odaklı ve düz bir düşünce yapısına sahip. Dili az ve öz kelimelerden oluşuyor. Bu insanların sofistike ve çok boyutlu mesajlardan oluşan dilini anlaması çok zor.
Neden "Tayyip istifa" veya "Referandum istiyoruz" veya "Erken seçim" mesajları yok? Neden mesajları asla kabul görmeyecek talepler yaparak karışık hale getiriyorlar? Yoksa bu kurdukları ülkenin devam edeceğini mi sanıyorlar?
Başkaldırmak, direnmek, birleşmek laik ve bütün bir Türkiye için. Bu açık, ama yepyeni bir örnek ülke oluşturmak yerine eskiyi değiştirmek daha iyi bir çözüm değil mi?
Belki de iktidarın kendi içinden değişmesini hedefliyorlar? Belki de bu insanların verdiği mücadele ve ortaya koydukları karalı tavır tek bir lidere artık ihtiyaç olmadığını ortaya koyar ve iktidardakiler demokratik yapılanmaya geçecek cesarete kavuşurlar.
Sonuçta benim gördüğüm kadarıyla bu yeni insanların yeni bir dünya düzeni içinde yaşamak istedikleri ve isteklerine ulaşacak güce de sahip olduklarıdır. Benim gibi eski insanların da ellerinden geldiği kadar bu gerçeği kabul etmeleri ve kendilerini ellerinden geldiği kadar bu yeni gerçeğe uydurmaları gerekecektir.

6.05.2013

Taksim'de yeni bir Türkiye var!

Bugün ortalık sakin. Facebook duvar yazıları ile dolup taşıyor. Milletimizin ne kadar keskin dilli bir o kadar da zeki olduğunu gördükçe içim gururla doluyor. Belki de buna ihtiyacımız vardı. Saklanmak, saklamak, dedikodu yapıp arkadan çekip çekiştirmek yerine belki de omuz omuza yürüyüp aynı anda bağırmaya ihtiyacımız vardı. Ne kadar sağduyulu, hak bilir ve merhametli olduğumuzu ulu orta görmeye ihtiyacımız vardı.

Aynaya bakmaktan korktuğumuz için ne kadar güzel olduğumuzun farkında değilmişiz bunca zamandır. Boynumuz bükük, ürkek ve evet ezik olmanın acısını içimize atmaktan bıktığımız için saldırmışız hep ona buna. Kükremek iyi geldi herkese. Yumruğunu şöyle gözünü kırpmadan masaya vurmak iyi geldi.

Bir avuç çocuk milyonları kendine getirdi. Örnek oldu. Bayrağımıza değer kattı. Millet olmanın onurunu yüceltti. Benim merak ettiğim ise şimdi ne olacak? Taksim, gezi parkı yepyeni bir ülke ve yepyeni bir gelecek gibi. Bu tohum tutacak mı? Hayal gerçek olacak mı? Bu kucaklaşma devam edecek mi?
Yarın gidip "Yeni Dünyamız"ı kendi gözlerimle göreceğim. Herkesin lider, herkesin kahraman ve herkesin sıradan vatandaş olduğu bu yeni dünyaya ben de ayak basacağım.

6.04.2013

Herşey bir ağaçla başladı...

Bugün 4 Haziran 2013. Tarih yazıyoruz Türkiye'de. Birkaç gündür kendime gelemedim. Olup biten öyle bir gelişti ki. İyiki Facebook ile barışmışım! Yepyeni bir dünya, yepyeni bir dünya algısı keşfettim. Zaten artık herşey kayıtlı. Bireysel düzeyde kayıtlı. Kayıt edildiği için kayıd edilecek birşeyler yapmak, söylemek daha önemli. İzleyen insan artık sahnede. Kadere razı olmak yerine kaderine sahip çıkıyor.
Türkiye'de devrim oluyor arkadaşlar! Üstelik dayanışma içinde bir direniş var. Yıllarca susan, kibarca ve uygarca bekleyen insanlar artık yeter diye bağırıyor. Bu devrim kibar ve saygılı insanların haykırışı.
Ancak istifasını istedikleri başbakan onlardan biri değil. Kızgın, şımarık ve zorba bir tavır içinde. Şu anda olup bitene kayıtsız kalmayı tercih ederek küsüp Afrika gezisine çıktı. 6 Haziran'da dönecek. Ben görmeden yaptığınız yaramazlıkları ortadan kaldırın belki sizi afederim diyor. Ama direniş çok güçlü. Döndüğünde daha da güçlü olacak. İşte o zaman ne olacak?
İlk defa bayrağıma bambaşka bir gözle bakıyorum. Onun neleri temsil ettiğini aslında yeni kavrıyorum. Unutulmuş belki de varlığından haberim bile olmadığı birçok duygu kabarıyor içimde. Şu şehirde, şu topraklarda birlikte yaşadığım insanlara kaybetmiş olduğum inancımı yeniden kazandım. Bir ve bütün olduğumuzu, bu şekilde ne kadar güçlü olduğumuzu hissediyorum. Milletimi ve ülkemi seviyorum. Bunu yüreğimin tüm gücüyle söyleyebiliyorum. Her yer istikal marşı ile inliyor, herkes bayrağına sarılmış. Geçmişine ve geleceğine sahip çıkıyor. Polis gaz bombaları, su fişekleriyle sıradan insanların üzerine yürüdü. İnsanlar ellerini havaya kaldırıp barış içinde direndi, direniyor...

4.12.2013

Bugün o gün!


Nisan. Yok aslında İnsan. Bu ay insanlar için. Her günü yenilik, hareket ve sürpriz dolu. Başlangıçların ayı. Tezatların ayı. Umutların ayı. Doğa uyanıyor. İnsan'da doğaya uyanıyor. O yüksek, kapalı, sıkışık binalardan dışarı çıkıyor. İşte, evde, yolda kendini hapsettiği yapay kabuklarını atıyor. Nasıl atmasın etrafında doğa cılgın gibi keyif yapıyor. Çiçeği, böceği, yağmuru, güneşi herkes sanki bir yarış içinde bana bak, bana diye bağırıyor. 
Bugün o gün işte. Sen de bir cılgınlık yap. Hayatı, kendini kutla. Güneş pırıl pırıl. Cuma son iş günü. Hafta sonu kapıda. Bugün şaşırt kendini. Baharın havasına katkıda bulun. 
Hani o vitrinlerine bile bakmaya cesaret edemediğin mağaza var ya. İşte bugün gir içeriye. Dokun dokunmak istediğin herşeye. Hatta dene istersen beğendiğin birşey varsa. Ya da aniden karar verip hafta sonu için git biryerlere. Hiç gitmediğin bilmediğin bir yere. Şu son model otomobilin test sürüşünü yap. Hani hep baş başa kalmak istediğin ama bir türlü teklif edemediğin "arkadaşın" var ya bugün gözlerinin içine bakıp gülümse ve ona bir teklif yap. 
Hayatın, hayatta olmanın tadına var. Alışık olduğun kalıpların dışına çık. Tazelen. Doğanın yaptığı gibi. Doğanın bir parçası olduğunu, bunun da bir mucizeden farksız olduğunu hisset.

2.21.2013

Köpekten korkma kendinden kork

Brandy ile ne zaman yürüyüş için dışarı çıksam mahallenin köpekleri çevremizi sarar. Bizimkiyle koklaşıp selamlaşırlar sonra yürüyüşümüze eşlik ederler. Beş tane oldukça iri sokak köpeği ile birlikte dolaşan tek sahipli köpek bizim Brandy.
Mahallemizdeki diğer insanlar bu köpeklerden korktukları için hep sopa ve taşlarla onları uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden köpekler ne zaman birisinin elinde taş veya sopa görseler etrafını sarıp havlıyorlar. Bir de ara sıra Belediye köpekleri kısırlaştırmak, bazen de barınağa teslim etmek için arabayla topladığı için ne zaman motor sesi duysalar o aracı havlayarak kovalıyorlar.
Diğer köpek sahipleri de onlara düşman. Yürüyüşe çıkardıkları köpekleri tasmalarını yırtmak istercesine bizim sokak köpeklerine saldırmak istiyor, sahipleri de köpeklerini koruma ihtiyacı duydukları için ellerine ne geçerse onların üzerine atıyor. Bizim çete de doğal olarak etraflarını sarıp onlara havlıyor. Her defasında gürültülü, insanlı bir it dalaşı yaşanıyor.
Başlarda insanlar ne zaman bizi köpeklerle birlikte yürürken görseler, yanımıza yetişip onları kovalayarak bizi kurtarmaya çalışıyorlardı. Ancak onlarla aslında anlaştığımızı fark edince durum alehimize döndü. Bizi gördükleri anda ters yöne dönüp uzaklaşmayı tercih ediyorlardı. Sonraları bizi terslemeye, köpeklerle yakınlığımızı konusunda sağa sola şikayet etmeye başladılar.
Önce bu baskı karşısında rahatsız oldum. Yani ne zaman köpekler yanımıza gelse birileri görecek diye çekiniyordum. Onlarla karşılaşmamaya çalışıyordum. Sonradan bu insanların bana istemediğim birşeyi yaptırdıkları için daha çok rahatsız olduğumu fark ettim. Rahatsız olduğum için de hem köpeklere hem de insanlara nasıl davranacağımı bilemiyordum. Ortada kalmıştım, yalnız kalmıştım. Biz insanların en zorlandığı konu da ortada kalmak ve daha kötüsü tek başına bırakılmak.
Baktım olacak gibi değil kendim olmaya karar verdim. Kimi elinde sopa ile görsem köpekleri korkuttuğunu söylemeye başladım. İnsanların göreceği şekilde köpekleri sevmeye, onlarla oynamaya başladım. Köpeklerle birlikteyken bol bol güldüm, gülümsedim. Hepsinden önemlisi içimden geldiği gibi davrandım ve davranmaya da devam edeceğim, çünkü böyle yaptığım için hem ben rahatladım hen de ister  inanın ister inanmayın insanlar ellerindeki sopaları bıraktı. Beni köpeklerle uyum içinde gördükçe onlar kendi davranışlarından rahatsız oldu! Yani değişim yaratmak mümkün. Her konuda. Kendin kalabildiğin, içindeki sesi duyabildiğin sürece yakaladığın uyum herkesi etkiliyor. Deneyin görün!

1.26.2013

Ne kadar teknoloji o kadar tembellik


Beynimiz parmaklarımızın ucuna yapıştı kaldı! Sadece parmaklarımızı oynatarak dünyanın her yanına gidebiliyor, her türlü bilgiye ulaşabiliyor, istediğimiz kişilerle konuşuyor, istediğimizi izliyor hatta her türlü alışverişimizi yapıyoruz. Uzaktan kumanda ile başlayan bu tembellik yolculuğu bilgisayarımız, internet ve şimdi de androit telefonlar ve ipadler ile tam hız sürüyor. Önce yazı yazma tembelliği nüks etti şimdi de okumak zor geliyor. Eh, renkli, zevkli, çarpıcı videolar varken o eciş bücüş kelimelerin pabucu dama atıldı tabii. Zaten herkes her an video çekebilecek imkanlara sahipken kim oturup yaşadıklarını veya aktarmak istediklerini yazıya dökmek için uğraşır. Çek, yayınla, gönder. Bu kadar basit işte.
Bir aralar şiir öldü diye üzülmüştüm. Hani şu yüzlerce yıl dayanan, her dönemde hep yeni insanlara yepyeni ufuklar açan, duygular yaşatan o kelime demetleri vardı ya işte onların var olduğunun bile farkında olmayan insanların devrini yaşıyoruz artık. Müzik son durağı oldu şiirlerin. Şarkıların içine son nefeslerini vermek için sığınıyorlar. Küfürlerin, öfke patlamaların arasında epey yabancı kalsalar da hala var olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Oysa şimdi yazılar aynı duruma düştü. 
Hani okuma yazma bilenlerin sayısıyla ölçüyorduk ya uygarlıkların düzeyini, eminim yakında bu ters yüz olacak. Yani okuyarak yazarak iletişim kuran uygarlıklar geri sayılacak. Bu tembellik bağımlılığı bizi parmaklarımızı kullanmaktan bile kurtaracak yakında. Düşüncelerimizi görsel mesajlara çeviren, sesimizi istediğimize ileten araçlara kavuşmamız yakındır bence. Belki de birkaç yüzyıl sonra kocaman beyinleri olan hareket edemeyen yağ torbalarına döneceğiz kim bilir?
Teknoloji bağımlılığımızı yaratan en önemli kişilerden biri olan Bill Gates ne demiş: Zor bir işi çözmek için en tembel insanı seçerim, çünkü o mutlaka çok kolay bir yol bulur!
Evet 2013de karamsarım artık ama yakında unutulup gidecek bir insanlık buluşu olan yazıyı canlı tutmak için de kararlıyım!

1.15.2013

topraktan gelmişiz toprağa gideceğiz

Hani hep görürüz ya ellerinde boya rulolarının sapı önlerinde veya arkalarında çekçekleriyle caddelerde, kaldırımlarda karşımıza çıkarlar. Türkiye'nin en "yeşil" vatandaşları, geri dönüşüm işçileri, ya da alternatif çöpçüler. Bazıları nedense çingeneler de diyor onlara. Genelde erkektirler. Son zamanlarda cep telefonu ile donanımlarını geliştirdiler. Çok meşgul iş adamları gibi kulaklıklarını hiç çıkarmadan hem haberleşiyorlar hem de sanırım müzik dinliyorlar. Ben oldum olası saygı duydum hep bu insanlara. Aykırı ve yadırgatıcı hallerinin ayıltıcı ve tazeleyici bir etkisi olduğunu düşünmüşümdür.
Yalnız kadınlara pek rastlamamıştım, ama bizim oralarda ne zamandır dikkatimi çeken biri var. Çekçeki yok ama tekerlekli bir kasası var üzerine torbalarını dolduruyor. her sabah ben bizim köpeği gezdirdiğimde görürüm. İlk karşılaştığımızda köpeğin adını sormuştu o günden beri selamlaşırız. Ara sıra hava ve çevredeki bitkiler hakkında küçük sohbetler yaparız. İnsan birkaç cümleyle bile kendini ele veriyor. Söyledikleri, nasıl söylediği beni etkiledi sonunda dayanamadım bu bilge kadının hakkını vermek istedim.
 Adı Gülseren Yılmaz. Buraya Çorum'dan gelmiş. Bizim tepenin yamacındaki gece kondulardan birinde oturuyor.
"Yirmi yıl önce buraya geldiğimizde hepimiz aynıydık. Komşuyduk, dosttuk. Sonra onlar akıllarını kullandı iş güç sahibi oldular ben olamadım" diye anlattı."Şimdi beni görünce başlarını çeviriyorlar. Halbuki ben de bu şekilde para kazanıyorum. Bu da benim işim." dedi.
"Insanlar topraktan geldiklerini yine toprağa gideceklerini unuttu. İçine değil dışına bakıyorlar. İçin boş mu dolu mu umursamıyorlar,"diye de ekledi.
Kendisiyle barışık, bulunduğu halini kabul etmiş, olumlu neşeli ve dolu mu dolu, bilge mi bilge bu insan bu dünya için her gün yararlı bir iş yaparak para kazanıyor ve yaşadığı her günü elinden geldiğince onurlandırıyor.
Acaba içimizden kaçımız kendimiz için aynı şeyleri söyleyebiliriz?

1.11.2013

Matrix


Yok, dünyanın sonu gelmedi. Sadece yazmak istemedim. Bence yıllardır beklenen 21 Aralık öncesi ve sonrasında fark ettiğim en önemli şey bireyselliğin çılgın yükselişi ve ölümüydü. Dünya devam etti ama karmaşa bireyselliği yedi bitirdi. İletişim iktidara geçti ve kendine tapan kullarını diğerlerinden bir güzel ayırdı. Hani insanlık karanlık çağları aştı artık demokrasi ve barış dünyayı sardı diyorduk, Altın çağ'ı ve uygarlıkların birliğini bekliyorduk, meğer birlik bireyselliğimizi ve özgürlüğümüzü kaptırdığımız, sürekli izlendiğimiz bir dünya demekmiş! Meğer George Orwell haklıymış, sadece tarihi tutturamamış.
Geçenlerde Las Vegas'taki teknoloji fuarında yeni hayatımızın ipuçları vardı. Buzdolabımız bile online hale geliyor ve içinde ne var ne yok herkesle paylaşabiliyor! Sosyal ağlar aldı başını yürüdü. Bir türlü kurtulamadığın inatçı karıncalar gibi sessiz ama kararlı bir şekilde seni bulup işgal etmek istiyorlar. Ne kadar direnirsen diren kökünü kurutamayacağını bildikleri için de istikrarlı bir şekilde devam ediyorlar. Hani Altın çağda herkes bir olacaktı ya işte oldu arkadaşlar. Kablolu ve kablosuz ağlar bizi sımsıkı bağladı. Görünüyoruz, duyuluyoruz ve izleniyoruz. Artık banka hesabımızın önemi yok ne kadar izleyicimiz varsa o kadar nüfüs sahibiyiz.Yaşasın birlik içindeki dünyamız.
Ama ve bu ama tamamen kişisel, bu birlik içinde yine de ayrıcalıkı bir grup var. Karar verici efendiler ve bir kısmı onlar adına çalışan bir kısmı da onlara meydan okuyan hackerler. Bunlar matriksin dışındakiler, matriksi kontrol edebilenler. Evet, en sevdiğim filmlerden biri olan Matrix'e yepyeni bir gözle bakıyorum 2013'de. Hangi hapı seçtiğine göre ya sanal dünyanın bir parçası oluyorsun, ya da acı gerçeğin.
Şimdi hangi şaşkın acı ister ki? Bireysellik, özgürlük, kişisel haklar ve türkçesini bir türlü tam bulamadığım privacy zaten entel dantel işler. O ne demiş, bu nereye gitmiş, kim kiminle ne yapmış, ne yemiş ne yememiş çok daha ilginç değil mi?
Bugün kalan özgürlük açıklarından faydalanarak kendimi paylaşımcı, sosyal ağlarla örülü, izlenebilir ve sanal mı sanal dünyanın anarşisti ve terörist özentisi olarak ilan ediyorum. Aykırı ve karşıt olanı bile etkisiz hatta eğlenceli hale getirebilen teknolojilere sahip yeni dünyanın diktatörlerine meydan okuyorum ve acı hapımı yutuyorum!
Hoşgeldin 2013