1.09.2014

Ne yarattığının farkında mısın?

Fotoğrafta görülen porselen bibloyu 1992 yılında Londra'ya gittiğim sırada Selfridges mağazasından almıştım. Mağazayı çok beğendiğim için mutlaka bir alışveriş yapmak, hem de saklayabileceğim somut bir anıya sahip olmak için bu küçük köpekleri aldığımı hatırlıyorum. O tarihten bu yana tam 8 defa taşındım. Her taşınma bir yangına bedel derler, yaşayanlar bilir bu sözün ne kadar doğru olduğunu! Adreslerim değişirken hayat tarzım da çok değişti, dolayısıyla kullandığım eşyalar da. Ancak bu iki arkadaş kırılmadan ve kaybolmadan bir şekilde yanımda kaldılar. Tam 14 yıl sessiz ve sakin hayatımı izleyen bu sevimli ikilinin artık canlandıklarını ve hayatıma katıldıklarını söylesem? Evet! Fark etmeden yaratmak işte böyle bir şey:
Tanıştırayım: Brandy ve Barbie. King Charles Cavalier cinsi bir erkek bir de dişi köpeklerim. Erkek olan Brandy'yi 2010 yılında satın aldık. Ama dişi olan Barbie'yi ilk ailesi bakamadığı için sahiplendik. Aslında herşey bahçeli bir eve taşınmamızla başladı. Ev ve bahçe büyük olunca köpek almak aklımıza geldi. Brandy büyürken beni oldukça zorladı. Ancak bana mükemmel bir şekilde ayna tuttu ve kendimi daha iyi tanımamı sağladı. Hepsinden önemlisi koşulsuz teslimiyeti ve hiç esirgemediği sevgisiyle duygusal yaralarımı iyileştirdi. Hayatın yıpratıcı etkilerine karşı bağışıklık kazanmamı sağladı. Barbie ise benim ödülüm oldu. Barınak hayatından onu kurtardığımız için mi, yoksa Brandy sayesinde evimizdeki huzurun artmış olmasından mı, bilmiyorum, ama Barbie ilk günden itibaren tam bir sevgi pınarı ve neşe kaynağı oldu bizim için.
Bu yaşanmış örnekten hareketle farkında olarak veya olmayarak sürekli yanımızda taşıdığımız eşyalar, zihnimizde yer eden düşünceler, kopamadığımız duygularla hayatımızı yarattığımızı düşünüyorum. Her şeyin özde enerji olduğunu artık kabul ettiğimiz bu dünyada benzer titreşimler birbirlerini çekiyor, hatta enerji formları madde olarak tezahür edebiliyor.
Hayatınızda sevgi, güzellik ve bereket istiyorsanız etrafınızdaki nesneleri, zihninizdeki düşünceleri ve kalbinizdeki duyguları sevgi, güzellik ve berekete odaklayın...ve sürprizlere hazır olun!

1.05.2014

seni seviyorum?


Sevilmek istiyoruz. Doğamızda var. Çabalarımız, hayallerimiz, hırslarımız, öfkemiz ve sabrımız hep sevilmek için. Sevgisizlik ezici bir boşluk, dayanılmaz bir çaresizlik ve ıssız bir yalnızlık, hayatımıza susamış bir tehdit gibi. Yaşamak için sevgiye ihtiyacımız var. Hepimizin. Belki yemeği, içmeyi kısabiliriz, bedenimizi zorlayan şartlara dayanabiliriz, ama sevgisiz solup gidiyoruz. Onun için etrafımız sevgi açlığı içinde kıvranan, ama bunu çeşitli şekillerde gizleyen, hatta kendine bile itiraf edemeyecek kadar derine gömen insanlarla dolu. Elle tutulan, gözle görülen bu dünyada sözcüklerle bile zor tarif edilen sevgiyi anlamak kolay değil. O yüzden neyin açlığını çektiğimizi fark edemeden elimize geçirebildiğimiz her şeyi tüketiyoruz. Oysa aradığımı karaborsada bile zor bulunuyor. Dillerden düşmeyen “seni seviyorum” sözünü ele alalım. Gerçek anlamının “beni sevmeni istiyorum” olduğunu kaç kişi biliyor? Bilmediğimiz için kanıyoruz. Evet. Sevgili Türkçe'm
hem kanıyoruz hem de kan kaybediyoruz. Bu yüzden tüketiyoruz aşkları saniyelerden bile hızlı! Ama dünya hali işte gördüklerimizi gerçek biliyoruz, bu gerçeklerle sınırlı biliyoruz kendimizi. Oysa sınırların ötesine süpürülmüş asıl ihtiyacımız olan herşey. Kendi kalıplarımızın karmaşası içinde boğulup gidiyoruz bir ömür. Maddenin yerini asla tutamadığı o tarif bile edemediğimiz muhteşem deneyimleri arayarak geçiriyoruz günlerimizi. Biliyoruz, içimizde saklı o bilgi. Ara sıra, belli belirsiz işaret veriyor, hissediyoruz. Ama içinde yaşadığımız gürültülü telaş hemen dikkatimizi başka yöne çekiveriyor. Aradığımız aslında burnumuzun dibinde, gözümüzün önünde, kulağımızın arkasında, ama maddeye kodlanmış duyularımız ne yazık ki bize koşulsuz ve sonsuz olarak sunulan bu yüce kaynağı algılayamıyor.

9.12.2013

Eylül'de düşen düşene!


Dün 11 Eylül'ün yıldönümüydü. Amerika'nın gözbebeğinde iki koca kule düştü tam 12 yıl önce. Eh, bugün de 12 Eylül. Bizim memleketimizde askerlerin hükümet düşürdükleri en son tarih. Tam 23 yıl olmuş!

Eylül oldum olası sarsmıştır beni. Sonların ve başlangıçların çarpıştığı, sevinçlerin ve hüzünlerin kol kola gezdiği, havası bile kendine özgü bir ay! Hafif ürkerim ama bolca da umutlanırım her Eylül.

Türkiye bu yıl farklı bir yaz yaşadı. Mayıs sonunda beklenmeyen birşey oldu, ülkemiz hamile kaldı! Evet, yepyeni, taze ve şaşırtıcı bir umut düştü içine. Sevgiyle coştuk milletçe, yaşamı yeşili kutladık. Sonra durum ağırlaştı. Kusmalar, nefes alamamalar, gece uykusuz kalmalar, korku ve endişe sardı hepimizi. Bebeğimizi, umudumuzu kaybetme korkusu bile yaşadık. Çareyi durumu kabul edip kendimizi güçlü ve sağlıklı tutmakta bulduk. İlk üç ayı tamamladık neyse ki. En zoru ilk üç ay derler. Öyle olmasını umalım. Epey çalkantılı geçti bizimki de. Ama artık bütün dünya durumumuzu biliyor. İstesek de istemesek de içimizde yeni bir hayat tutundu, büyüyor. İkinci üç ay en rahat dönem derler. Son üç aya sağlam girmek için tadını çıkarmalıyız.
Evet Türkiye bu yıl Eylül'e hamile giriyor! İçinde yepyeni bir hayatı taşımanın mutluluğu, gururu ama aynı zamanda sorumluluğu ve endişesi var! Umalım ki sağlıklı doğsun, hayırlı olsun....

6.20.2013

liderimizi bulduk: Gezi Ruhu!

Her dakika gelişen, genişleyen, şaşırtan, güldüren, ürperten bu eylemler zinciri sonunda bir lider olarak ortaya çıktı. Bireyler olarak her birimiz bütünün parçası olduğumuzu, birlikte olduğumuz sürece ve birbirimizle iletişimi sevgiyle sürdürdüğümüz sürece herşeye kadir olduğumuzu anladık. Gezi ruhu hepimize kendi ruhumuzla barışmamızı sağladı. Geçen gün facebook'ta bir arkadaşımın paylaştığı örnek bu bakımdan çok anlamlı: Afrika'da küçük bir yerel kabileyi inceleyen bir antropolog kabilenin çocuklarıyla bir deneme yapıyor.  Onları yere çizdiği bir çizginin ardında tek sıra oluşturmalarını söyledikten sonra onlardan işareti üzerine hepsinin az ilerideki ağacın dibine koyduğu şekerlere koşmalarını ve ilk varan kişinin hepsini alabileceğini söylüyor. İşareti verdikten sonra ise hayretler içinde çocukların el ele tutuşarak ağaca hep birlikte koştuğunu görüyor. Çocuklara niye böyle yaptıklarını sorunca ise aldığı cevap söyle oluyor:"Eğer el ele tutuşmasaydık birlikte oraya varamazdık. Şekerleri birlikte yiyemezsek tadı olmaz ki!"
İşte bu günlerde yaşadıklarımız ve dünyaya duyurduğumuz fikir işte bu. Sevgiyle ve zeka ile bağnazlığa ve şiddete direniyoruz. Mahalle forumları kurarak bireysel duygu ve ihtiyaçlarımızı ortak bir karara bağlamanın özgürlüğünü yaşıyoruz. Hakklarımızı ve seçimlerimizi başkalarına bırakıp boyun eğmek yerine bugünümüze ve geleceğimize sahip çıkmayı tercih ediyoruz. Geçmiş yüzyılın kitlesel yönetim kalıplarını birbir sorgulayıp yeni yüzyılın ruhuna uygun şekilde değiştiriyoruz. Bunu yaparken de dünyaya örnek oluyoruz. Ey yerkürenin bir avuç hakimi savulun milyarların zekası yükseliyor!

6.10.2013

tek vücud olduk ama başımız yok!

Gezi parkındaki direniş sürüyor, ancak polis engel olmadığı için direnemeyenlerin canı sıkılmaya başlıyor. Yaş ortalaması 20 cıvarında olan bu çocuklar ortaya koydukları gücü ayakta tutmaktan yorgun düşmeye başlıyor. Pek çok farklı siyasi grup onların açtığı yolun sağını solunu işgal etmiş durumda, kendi reklamlarını yapmaya çalışıyor. İlk haykırışın saf ve haklı sesi çatallanmaya başlıyor. Karmaşa artık sadece görüntüde değil ideolojiye de yansıyor, verilen mesaj giderek bulanıklaşıyor, zayıflıyor. Korkarım bu gidişle tüm olanlar yüzümüzde buruk bir gülümsemeyle anımsayacağımız bir gençlik eylemi olmaya doğru ilerliyor.
Evet yeni binyıl, yeni enerjiler, indigoların girişimi falan ama karşı tarafta bir örgütlülük var, deneyimli bir lider var. Gençlerin bu çığlıklarını sözcüklere dönüştürebilen, bu savrulmayı bir yörüngeye oturtabilen, ortaya çıkan bu gücü yönetebilen bir akıl lazım. Üzgünüm ama bir lider lazım. Ana muhalefet partisi tribünde kalmayı seçti. Ortalık "hadi beni lider yapsanıza" tavrıyla etrafını yoklayanlarla dolup taşıyor. Atatürk başımızın üstünde ama malesef gelip bizi toparlayacak hali yok!
İktidar sağduyulu kalmaya devam ederse, halkın baskısıyla dağılacakken baskı yapmadığı için direnişi dağıtmayı başaracak. Gezi parkı eylemi de ki yıl sonra yapılacak seçim için her tür tedbiri alması için iyiniyetli bir uyarı olarak kalacak.

6.07.2013

Türkütopya başkenti Taksimgezi

Evet yeni bir Türkiye kurulmuş İstanbul'da. Türkütopya koydum adını. Ben de gittim başkent olarak ilan edilen Taksimgezi'yi tıpkı bir turist gibi gezdim. Burada bir şehirde olması gereken herşey var. Sağlık ocağı, hukuk merkezi, yemek noktaları, eğlence yerleri, kütüphane ve hatta müze. Herşey bedava. Para geçmiyor bu şehirde. Nüfus genç, kararlı ve inatçı insanlardan oluşuyor. Doğa eller üsütünde. Temiz, düzenli ve derli toplu ortalık. Sayısız bildirişim ve bayrak olmasına rağmen herşey açık seçik. Bireysel haklar, birbirine saygı ve birliktelik ruhu herşeyin üstünde tutuluyor. Ülkenin sınırları barikatlar, tahrip edilmiş otobüs ve arabalarla çizilmiş. Giriş ve çıkışta vize yok, herkes korkusuzca herkesi ve olacakları bekliyor.
Burayı elde eden ve buraya yerleşen insanlar nasıl bir düzen içinde yaşamak istediklerini dünyaya ilan ediyorlar. Hepsi birer lider hepsi birer kahraman bir o kadar da sıradan vatandaş. Örnek olarak yaşamak istiyorlar. Susan, çekinen, şikayet eden, içine atan herkese örnek olmak için burada bulunuyorlar. Sesini yükseltmenin, ortaya çıkmanın, direnmenin, eyleme geçmenin gücünü ve etkisini kanıtlıyorlar.

Ancak kokarım mesajların adresi olanlar verilen tüm bu mesajlara baktıkça direniş içinde birlik olmanın dışında sadece karmaşa görecektir. Bence kendi dilini konuşan bu ülkenin bu dili anlamayan karşıtına mesajlarını aktaracak bir çevirmene ihtiyaç var. Karşılarındaki taraf keskin, odaklı ve düz bir düşünce yapısına sahip. Dili az ve öz kelimelerden oluşuyor. Bu insanların sofistike ve çok boyutlu mesajlardan oluşan dilini anlaması çok zor.
Neden "Tayyip istifa" veya "Referandum istiyoruz" veya "Erken seçim" mesajları yok? Neden mesajları asla kabul görmeyecek talepler yaparak karışık hale getiriyorlar? Yoksa bu kurdukları ülkenin devam edeceğini mi sanıyorlar?
Başkaldırmak, direnmek, birleşmek laik ve bütün bir Türkiye için. Bu açık, ama yepyeni bir örnek ülke oluşturmak yerine eskiyi değiştirmek daha iyi bir çözüm değil mi?
Belki de iktidarın kendi içinden değişmesini hedefliyorlar? Belki de bu insanların verdiği mücadele ve ortaya koydukları karalı tavır tek bir lidere artık ihtiyaç olmadığını ortaya koyar ve iktidardakiler demokratik yapılanmaya geçecek cesarete kavuşurlar.
Sonuçta benim gördüğüm kadarıyla bu yeni insanların yeni bir dünya düzeni içinde yaşamak istedikleri ve isteklerine ulaşacak güce de sahip olduklarıdır. Benim gibi eski insanların da ellerinden geldiği kadar bu gerçeği kabul etmeleri ve kendilerini ellerinden geldiği kadar bu yeni gerçeğe uydurmaları gerekecektir.

6.05.2013

Taksim'de yeni bir Türkiye var!

Bugün ortalık sakin. Facebook duvar yazıları ile dolup taşıyor. Milletimizin ne kadar keskin dilli bir o kadar da zeki olduğunu gördükçe içim gururla doluyor. Belki de buna ihtiyacımız vardı. Saklanmak, saklamak, dedikodu yapıp arkadan çekip çekiştirmek yerine belki de omuz omuza yürüyüp aynı anda bağırmaya ihtiyacımız vardı. Ne kadar sağduyulu, hak bilir ve merhametli olduğumuzu ulu orta görmeye ihtiyacımız vardı.

Aynaya bakmaktan korktuğumuz için ne kadar güzel olduğumuzun farkında değilmişiz bunca zamandır. Boynumuz bükük, ürkek ve evet ezik olmanın acısını içimize atmaktan bıktığımız için saldırmışız hep ona buna. Kükremek iyi geldi herkese. Yumruğunu şöyle gözünü kırpmadan masaya vurmak iyi geldi.

Bir avuç çocuk milyonları kendine getirdi. Örnek oldu. Bayrağımıza değer kattı. Millet olmanın onurunu yüceltti. Benim merak ettiğim ise şimdi ne olacak? Taksim, gezi parkı yepyeni bir ülke ve yepyeni bir gelecek gibi. Bu tohum tutacak mı? Hayal gerçek olacak mı? Bu kucaklaşma devam edecek mi?
Yarın gidip "Yeni Dünyamız"ı kendi gözlerimle göreceğim. Herkesin lider, herkesin kahraman ve herkesin sıradan vatandaş olduğu bu yeni dünyaya ben de ayak basacağım.